23 Kasım 2011 Çarşamba

'Akpınar' dergisinin 35.sayısı Yunus Emre dosyasıyla çıktı

Eylül-Ekim 2011, Sayı:35

Bizde eksik olan aşk

Ne sihirli, ne ahenkli, muhteviyatı ne zengin, sazın ve sözün biraz duraladığı, biraz sendelediği cezbeli bir zaman parçasını hangi kelime ile ifade edebilirsiniz?

Büyülüdür, her muhayyile ona elbise biçmekte, giydirmekte bütün mahareti ile süsleyip anlatmakta ne kadar da heveskâr… İstediğiniz kadar tekrarlayınız o her kafilenin başında bir bayraktar, her yüksek tepede bir alem, her duygulu yürekte bir sembol, bir tek taş pırlanta.

Söylerken nefes alışınız, gözlerinizdeki pırıltı, yüzünüzde ömürlük tecrübelerin tebessümü, tekrar tekrar söylemek veya ağzına yakışan birilerinden duymak bile bir tatmin olan kelime. İçinde nice manaların, nice manzaraların, tahayyüllerin şekillendiği, ilhama benzer semavi bir ses, bir çağrı, hangi mevkide ve hangi birikimde olursanız olun, dağarınızı zenginleştiren muhteva.

Uzun çöl yolculuğunda karşınıza çıkan vaha, kurak mevsimleri sona erdiren, bulutları ümit dolu, bereket dolu yağmur. Çocukların sebebi hayatları olan aile efradı, insanlığın ayıracı, yüksek frekansların boşluğa çizdiği manzara, ümitsizlerin ümidi, durağan zamanların şaha kalktığı iklim, gönülleri hoplatan fırtına, gönüllerin tatmin olup sükûnet bulduğu liman, her güzel şeyin adı.

Kimi çalışırken, kimi asası elinde yollara düşmüş derviş, kimi deney laboratuarının, kimi kitapların, kimi musiki dünyasının lezzet dağıtan gönüllüsü, yöneticisi, taciri, fakiri, zengini velhasıl insan ve insan eliyle yapılmış her mükemmeliyetin tabelasına ad olmuş, lezzetinden haberdar olanı başarılı kılmış bir sinerji, bir ateşleyici, bir şerare, zihinlerin ve gönüllerin.

Neye değse eli cevher oluyor, sanat oluyor, başarı oluyor, külleri savruluyor gönüllerin. Sen başarıya susuz kalmışların ekmeği, sen solgun yüzlerin sebebi, sen gülen yüzlerin iksiri, sihir dolu, anlam yüklü kelime, sen hangi renge, hangi şekle, hangi kıyafete bürünürsen bürün şu cümlede karar kıldım ve diyorum ki aşk bir zoru başarmaktır. Her başarının, her zaferin temelinde aşk vardır, işte bizde eksik olan bu…

Sevgili Akpınar okuyucuları, bu sayıda ne yapmak mı istedik, aşkın en parlak terennümcüsü ve aşkı Yaratan’a kadar götüren ve bunu elhak çok da güzel yapan, Türkçenin ve Türk şiirinin şaheserlerine imza atmış, birlik ve beraberliğin faziletini ifade etmiş, gönüller sefası Yunus Emre’yi bir hatırlatmak, kendi kendimize eli kalem tutan tutmayan şu Yunus 700 yıldır neden dillerden ve gönüllerden hiç düşmemiş, ne yapmış, nasıl yapmış bu aşkın kaynağı nedir, o mısralar nasıl bir ilhamın, nasıl bir gücün, nasıl bir malzemenin eseri? Bütün bunlar üzerine düşünelim ve gönlümüzü yoklayalım istedim.

Bir daha anladım ki Yunus Emre mevsimler üstü bir mevsim, duygular üstü bir duygu, söylemler üstü bir şiir, bir büyü, bir şaheser. Onun pınarından nasiplenmek, beslenmek, birlik ve beraberlik ruhu ile Türkçenin sırlarına ulaşmak gayreti içinde olalım istedim.

Daha güzel sayılarda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın, hoşçakalın.

İsmail Özmel


İletişim:
Yeni Çarşı İş Merkezi B Blok No:1/5 NİĞDE
ismailozmel@hotmail.com
0388 2131250

25 Temmuz 2011 Pazartesi

'Akpınar' dergisinin 34. sayısı çıktı

 

 Akpınar dergisi, 6. yılında 34. sayısıyla karşınızda…

Niğde’de bir yaylanın ismidir Akpınar…
Yaylalarda el değmemiş çiçekler bekler arılarını…
Meyveler geç olgunlaşır belki…
Kuzular zor alışır yalçın kayalıklara…

Çiçeğe sabır lazımdır; arısını beklemek için,
Meyveye sabır lazımdır; olgunlaşmak için,
Kuzulara sabır lazımdır; sarp kayalıklarda yaşamak için…

Akpınar dergisi, tıpkı adı gibi sabırla olgunlaşmış hocalarıyla ve olgunlaşmayı sabırla bekleyen genç dostlarıyla edebiyat yaylalarının ücra köşelerindeki güzel çiçekleri siz değerli edebiyat dostlarına sunmaya devam ediyor.

Kapağında bir kiraz dalı uzatan Akpınar dergisi bu sayısında;


Abdullah Satoğlu
Tuncer Gülensoy
İsmail Özmel
Mete Gülmen
Sergül Vural
Bedran Yoldaş
Abdülkadir Güler
İsa Kayacan
Ali Rıza Kaşıkcı

Deneme, araştırma ve hikâye yazılarıyla,

Arif Ali Albayrak,
İsmail Özmel,
Ali İhsan Kolcu,
Muharrem Kubat,
Gülizar Söğütçü Kurum, şiirleriyle karşınızda.

İyi okumalar diler, selam ve muhabbetlerimizi sunarız…

Ali Rıza Kaşıkcı

22 Temmuz 2011 Cuma

'Akpınar' dergisi üzerine İsmail Özmel ile söyleşi


-Akpınar dergisi yayın hayatına nasıl başladı, o günlerin hikâyesini anlatır mısınız?

İnsan ruhunun derinliklerinde iz bırakan bir takım olaylar, anılar ve gözlemler vardır. Seyahatin bir noktasında durup düşünme ihtiyacı duyulur. İşte böyle bir düşünme anında, bir edebiyat dergisi niye çıkarmıyorum diye kendi kendime sordum. Bu duygu öyle köksüz ve aniden ortaya çıkmış bir duygu, bir karar değildi. Biraz eskilere dalınca, hafızam beni, Lise son sınıfta “İbre” adı ile iki arkadaşımla beraber çıkardığımız duvar gazetesine kadar götürdü. İlk şiirimin yayınlandığı Türk Sanatı Dergisi, isim babası olduğum Kemal Ural beyin İstanbul’da çıkardığı “Şule” dergisi ve Niğde’deki “Selçuk” adlı aylık dergi denemesi bir bir gözlerimin önünden geldi geçti. Demek ki şuur altındaki bir birikim Akpınar olarak içime tekrar doğdu.

Bu karar üzerine benim yazıhanede İsmail Özmel, Nedim Bakırcı, İsmail Sarıkaya, Kibar Ayaydın, İbrahim Çoban’la bir toplantı yaptık, isim konusunda benim teklifimi uygun gördüler. Söz dergi kapak başlığı nasıl olsun sorusuna geldi. Niğde Üniversitesi Resim bölümü öğretim üyesi İbrahim Çoban, birkaç çalışma yapayım gelecek toplantıda konuşur kararlaştırırız dedi. Derginin bugünkü başlık yazısı onun eseridir.

Dergi çıkarmak deyince aklıma gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş dergi çıkarma serüvenleri geldi. Bilmem bilir misiniz Ahmet Hamdi Tanpınar bir dergi çıkarmayı düşünmüş, adını bile koymuş “Dünyam”. İnci Enginün ve Zeynep Kerman’ın beraber hazırladıkları “Tanpınar’la Başbaşa” (Dergah yayınları. İstanbul, s:35) adlı eserde.12 Temmuz 1953’te ‘Avrupa kompleksinden’ kurtulduğuna göre ‘bir mecmua çıkarıp faal yazıya’ başlamayı ‘tek’ ümidi olarak gören Tanpınar ölümünden bir yıl önce bile 'Dünyam' adlı bir dergi çıkarmayı hayal etmektedir: “Gün geçtikçe bir mecmua çıkartmak ihtiyacı beliriyor. Aylık bir mecmua. Her gün bir mevzu üzerinde bir yazı…Kendi fikirlerim, kendi görüşüm, kendi şiirlerim. Adı Dünyam. Bayram ertesi çıkartma şartlarını arayacağım. 32 sayfa…. İhtiyarlamamak ve ölmemek için tutunabileceği tek çare.”

Tanpınar’ın çıkarmayı ümit ettiği Dünyam adlı dergi vesilesiyle ulaştığı duygu yoğunluğunu tasavvur ediniz. İhtiyarlamamak ve ölmemek için tutunacak bir dal haline gelen dergi.

Her derginin macerasında böyle tarifsiz duygular, hayaller ve gerçekler vardır.
Yahya Kemal’in daveti üzerine evini Büyükada’ya nakleden Ziya Gökalp çevresinde toplanan kalem sahipleri ile birlikte bir dergi çıkarmaya karar verirler ve adının ne olması gerektiği sorulunca Yahya Kemal ‘Mecmua’ teklifinde bulunur ve Ziya Gökalp başına bir “Yeni” kelimesini ilave edelim demesi üzerine derginin adı ‘Yeni Mecmua’ olmuş. İlk sayısı 12 Temmuz 1917’de yayınlanmış. Zamanın, Fuat Köprülü dâhil, en seçkin yazarlarını konuk etmiş, yazılarını yayınlamış.

Akpınar zamanlama olarak da zamanında doğan dergilerden birisidir. Çok seçkin kalemler yazdı ve yazıyor. İlk iki yıl yardımlaşma gayet iyi gitti, birçok öğretim üyesi dostumuz, yazarımız yazılar, şiirler, hikayeler ve sayfa düzeni gibi konularda yardımcı oldular. Sonra hayat şartları herkesi asli görevine çekti ama Akpınar şair ve yazar dostların manevi desteği ile yayın hayatını sürdürdü. Bize coşku veren duygular, zaman içinde birer tefekkür kaynağı oldular ve bu havanın ilhamıyla eserler vücut buldu. Edebiyat, biraz da, varlığını hissetme ve hissettirme sanatı değil mi?



-Dergiye ‘Akpınar’ isminin verilmesi nasıl gerçekleşti yahut neden ‘Akpınar’?

Biz toplum olarak muhafazakar düşünceyi ön planda tuttuğumuzu söyleriz ama günlük hayatımızda uymayız, hatta düşünmek fiilinin ne anlama geldiği bile sözde kalır. Muhafazakâr düşünce, geliştirici iyi gidişlerin, iyi hareketlerin, birleştirici ve bütünleştirici kazanımların devamı anlamındadır. Devamlılık kavramı biraz bize yabancıdır. Tek istisnası devlet kurmaktaki ve yaşatmaktaki maharetimiz. Bilmem bu tezime katılır mısınız?

İkinci handikabımız, bütün hataları ve yanlış düşünceleri başkaları, bizim dışımızdakiler yapar ama biz ve bizim çevremiz hata yapmaz. Mavi göğün altında ne kadar gerçek varsa onu biz biliriz ama bizden başkaları asla bilemez. Böyle bir kısır döngü fikir hayatımızı uzun zaman işgal etmiştir. Ama şimdi ufuklar daha aydınlık olmalıdır diyorum. Fikir ve kültür hayatımız adı konmuş veya konmamış bir takım varsayımlarla doludur. Bir denememde, konuştuklarımızın %40’ı yanlış veya mesnetsiz, %20’si gerçek dışı, geriye %40 kalıyor, demiştim. Uzun yorumlara ihtiyaç gösteren bir paragraf açtık, bir başka vesile ile bu noktalara tekrar dönelim ne dersiniz?

1934-1941 yılları arasında Niğde’de Akpınar adlı bir dergi; birleşik sayılarla birlikte; 61 sayı ve her sayı 16 sayfa olarak yayınlanmıştır. Şimdi eski Niğde ile ilgili yapılan çalışmaların tek yazılı kaynağının bu dergi olduğunu çokları bilmez. Bu ismin dergi adı olarak yaşatılmasının; münderecatını yakından bilen bir kişi olarak; bir mahzuru olamazdı. Kaldı ki Akpınar Niğde’nin güzel bir yaylasının adıdır. Yer ismi olması da bana cazip geldi. Toplantıda verdiğim izahlar tasvip gördü ve Akpınar’da karar kıldık. İyi de yaptığımızı şimdi daha iyi anlıyorum. Kaldı ki Akpınar; duru ve aydınlık pınar sularını hatırlatması bakımından da, besleyici ve büyütücü anlamların odağı olan; güzel bir kelimedir, güzel bir isimdir.

-‘Akpınar’ dergisinin hedefleri, gayesi hakkında konuşalım isterseniz. ‘Akpınar’ niçin var?

Akpınar Türk diline ve edebiyatına, düşünce dünyamıza hizmet için vardır. Harid Fedai “Akpınar, Anadolu’nun atar damarıdır, (22.08.2009) diye yazdı. Nazım Hikmet Polat “ Ulviyet daima zor olandadır ve onu talep edenler de her zaman pek az sayıda ama daima bulunacaktır. Başka söze ne hacet örneği elinizde!” diyerek Akpınar’ın 4. sayısında Akpınar’a emeği geçenleri yüreklendiriyordu.

Harid Fedai’nin veciz deyişi ile “Akpınar Anadolu’nun atar damarıdır” ve ayrım yapmadan, bütün Türkiye’yi kucaklamaktadır.

Hayatının önemli bir bölümünü okuyarak, düşünerek ve yazarak geçiren bir insan için; bir dergi yayınlamak; büyük bir imkân demektir. Şiirlerini ve düşüncelerini okuyucu ile paylaşmak. Ne büyük bir mutluluk. Buna ilaveten, diğer kalem sahiplerinin de şiir ve yazılarını okuyucuya ulaştırmak; genç kabiliyetlerin ellerinden tutmak, eserlerini yayınlamak; elbette güzel bir hizmettir.
Kısaca söylemek gerekirse Akpınar bir ihtiyaçtan doğmuştur ve işlevini de yerine getirmeye çalışıyor.




-Türkiye’de son dönemde edebiyat, kültür, sanat dergileri çoğaldı. Bu sevindirici bir gelişme. ‘Akpınar’ dergisinin geçen zaman içinde gerçekleştirdiği işler, çalışmalar nelerdir?

Dergi, “dermek” fiilinden kopup gelen bir isimdir. Edebiyat mahsullerinin; dergi çerçevesine sığacak kadarını; derleyip bugünün ve yarının okuyucularına, araştırmacılarına ulaştırmak, güzel bir hayaldir ama gerçeğe yakın bir hayaldir. Bunun yanında yazmak hevesi ve gayreti içinde olan yazar ve şair adaylarının eserlerini yayınlayarak; edebiyatımıza yeni isimleri kazandırmak Akpınar’ın bir görev olarak kabul ettiği; önemli bulduğu konulardır.

Akpınar yayınladığı yazılar, şiirler ve denemelerle; dilimiz ve edebiyatımızın güzelliklerini; günlük konuşma konuları haline getirmeye çalıştığını söyleyebilirim. Şehir, kültür ve medeniyet konularındaki yorumlarla okuyucunun dikkatlerini bu noktalara çekmiş ve bize güç veren iltifatlar, bu konuları yazmaya devam etmemizi sağlamıştır.

Kendi kendime soruyorum, okuyucu Akpınar’ı eline alınca okumaya değer kaç yazı, kaç şiir bulabilmektedir? Bize gelen dergilerden bir kısmını incelerken kendi kendime aynı soruyu tekrarlıyorum. Bu dergide okunmaya değer, dikkatleri üzerine çeken kaç yazı vardır? Bilinen bir konu olsa bile, ona yeni bir bakış, yeni bir yorum getirebilmiş kaç şiir, kaç yazı vardır? Böyle bir konuda, isabetli bir yorumda, bir beyanda bulunmak için birçok yazının dikkatle okunması gerekir. Bu dikkatlerin boşa gitmemesi için de bir tenkit yazısına vücut vermelidir diye düşünüyorum. Edebiyatımızın ve dergiciliğimizin en büyük ihtiyacı objektif bir değerlendirmeden, objektif bir münekkitten yoksun bulunmasıdır. Ben dergicilik yönünden bazı noktalara dikkatleri çekerek, tenkidin küçük bir örneğini vermek istiyorum.

Yeni dönemin dergilerinden bir kısmı sadece Türkiye’yi değil bütün insanlığı şekillendirmeye çalışıyor gibi yazılar kaleme alıyor. O kadar ütopik hayallere takılıyor ki, bir dergi, beş on yazı ile bütün bunları nasıl gerçekleştirecek diye şaşıyorum. Bir kısmı da yeni bir medeniyetten bahsediyor, yepyeni bir medeniyet kuracakmış, olamaz mı? Niye olmasın?... Böyle bir medeniyet tasavvurunun zemininde medeniyet kavramının onlarca yorumuna ve bu konuların şekillenmesine imkân verecek bir kazanıma ihtiyaç vardır. Bütün bunlar 20-30 yıllık araştırma ve birikimlere ihtiyaç duyuran konular. Elbette insanların hayale de ihtiyaçları vardır ama bu hayalin dayandığı bir kültür zemini olması gerekir. Bu zemin kültür ve bilgi zemini ve hepsini üzerinde yaşatan vatan zemininin kavranması ve hiçbir hayalde unutulmaması gereken temel bir unsurdur. Adamlar sanki bir vatanda yaşamıyorlar ve vatanın maruz kaldığı zorluklardan habersiz, toplumun mevcut durumu ve problemlerini görmezden gelerek hayale dalmak, ne derece akıllıca bir davranıştır? Düşünülecek, konuşulacak, araştırılacak birçok kültür, dil ve edebiyat meselemiz, şiddete yönelen bir kısım toplumun çözüm isteyen sosyal meseleleri ortada dururken bütün dünyaya nizam vermeye kalkmak ne derece isabetli bir tercihtir.

Mesela “biz aykırıyız” “edebiyatla haylazlığımızı tatmin ediyoruz” diyor bir muhterem yazar. Aykırı olmak mevcutların hiçbiri tatminkâr bir seviyede ve noktada değil, biz hepsine karşıyız ve hepsini biz düzeltiriz gibi bir manayı bu ifadeden çıkarmak mümkün gibi geliyor bana. Düzeltemedikten, doğru olanı ve güzel olanı gösteremedikten sonra, aykırı olmak ne anlama gelir bilemiyorum?

Tabii ki herkes düşüncelerini rahatlıkla ifade edecektir. Ama mademki bir zaman dolduruluyor ve zihni faaliyette bulunuluyor, emek veriliyor, bütün bunların bir semeresi olmalı, söylediği, işaret ettiği bir aydınlık nokta bulunmalı diye düşünüyorum.

Beş yılı doldurduğumuz 30. sayı elinizde. Bu beş yıl içinde; ilk sayı 68 sayfa ve diğer her sayı 44 sayfa, 30 sayıda demek ki 1344 sayfalık bir eser ortaya çıkmıştır. Her sayıda ortalama 15 yazar ve şairin eseri varsa siz hesap ediniz ne kadar düşünceyi ve güzellikleri sayılara depolamışız. Bugün olmazsa yarınlarda bu yazılar okunacak ve bazıları yeni yazıların ve yeni yorumların konusu olacak. Akpınar böyle bir güzelliğin adıdır.

Akpınar’ın ödüllü hikâye yarışması, şiir yarışmaları ve okullarda kültür ve edebiyat etkinlikleri olmuştur. Okullarımızdaki edebiyat ve sanat etkinliklerinin bir kısmı sayfalarımızda yer almıştır.

2010 Yılı Uluslararası 9. Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları etkinliklerinde; Nail Tan, Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat, Hayrettin İvgin, Prof. Dr. Ali Berat Alptekin’inden oluşan jüri üyeleri “İsmail Özmel’e(Akpınar Dergisi), “Türk Dili ve Edebiyatına yaptığı hizmetlerden dolayı, 2010 yılı Karacaoğlan Özel Ödülünün” verilmesini uygun görmüşler ve Tarsus Belediyesi adına Belediye Başkanı Burhanettin Korkmaz da; bu plaketi takdim etmiştir. Şelale Şiir akşamlarının Tarsus ve yurdumuz için ne kadar güzel ve doyurucu bir çalışma ve bu ödülün bize güç veren bir şevk kaynağı olduğunu da belirtmeliyim.



-‘Akpınar’ dergisine emek veren, gönül veren edipler hakkında konuşalım. ‘Akpınar’ın akışı için, derginin yaşaması için kimler emek verdi?

Dergide yazı ve şiirleri yayınlanan bütün kıymetli yazar ve şairlerimizin desteklerine saygı duyuyor, hepsine teşekkür ediyorum. Akpınar’ın birinci sayısında yazıları ve şiirleri yayınlanan yazar dostlarımızın kulaklarını çınlatmak geçiyor aklımdan: Birinci Sayı “Akpınar Üzerine Birkaç Söz” başlığı ile İsmail Özmel’in takdim yazısı, sırası ile Ercan Alkaya, Ahmet Sıvacı, Nevzat Özkan, Nedim Bakırcı, Ali İhsan Kolcu, Muzaffer Akkuş, Ülkü Güven(Şiir), A. Vehbi Ecer, Ahmet Büyükakkaş, Ali İhsan Kolcu, İsmail Sarıkaya, Kibar Ayaydın, İsmail Özmel(şiir), Faruk Yılmaz, Kibar Ayaydın, Murat Soyak yazıları ve şiirleri ile birinci sayımızı süslemişlerdir.

Akpınar’ın 29. sayısında: Taha Akyol, Yaşar çağbayır, Özer Meral(Şiir), Ahmet Vehbi Ecer, İbrahim Agâh Çubukçu(şiir), Vedat Ali Tok, İsmail Özmel, Ahmet Sıvacı, Sergül Vural(Şiir), İsmail Sarıkaya, Murat Soyak, Asif Rüstemli, Abdülkadir Güler ve Osman Aytekin’in(Şiir) yazıları ve şiirleri yayınlanmıştır. Akpınar’ın bütün sayılarını süsleyen yazar ve şairlerimizi imkân olsa da burada adlarını bir bir saysak.

-‘Akpınar’ Niğde’de bütün zorluklara karşın 2006 yılından bu yana yayınını sürdüren bir edebiyat, kültür, sanat dergisi. Dergi yayıncılığı hakkında yaşanan sorunlar, zorluklar ve çözüm önerileri hakkında neler söylersiniz?

Anadolu’da dergi çıkarmak; bir anlamda çileye razı olmak anlamına gelmektedir. Ama sıkıntı çekmeden, gayret göstermeden mutluluğa oluşmak da mümkün değildir. Gönüllü olarak bu yola çıktığımıza göre her türlü naza ve serüvene gülerek mukabele etmek durumundayız. Bu sergi bizim. Edebiyat pazarına çıkmışız. Elbette bazı zorluklar olacaktır. Cahit Sıtkı Tarancı vari diyorum ki, hepsi kabulümüz tek gün eksilmesin penceremizden.

Tiyatrolar, filmler ve diğer sanat etkinliklerinin desteklenmesi gibi dergiler de desteklenebilir. Bunu devlet veya özel teşebbüs, sivil toplum kuruluşları yapabilir. Ama zorluklarla mücadele, çalışmalara özenilecek bir anlam kazandırmaktadır.

Sağlık ve yazarlarımızın ve şairlerimizin teveccühü ve vefalı okurlarımızın maddi ve manevi destekleri bizi mutlu etmektedir.

-‘Akpınar’ dergisinin ömrü uzun ve bereketli olsun. Bu söyleşi için teşekkür ederim.

Ben de size teşekkür ederim.

Söyleşi: Murat Soyak

'Akpınar' dergisinin 34.sayısı çıktı



Sevgili Akpınar Okuyucuları,
            Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin Milli Eğitim Bakanı, İstiklal Marşını Mecliste okuyan hatip ve birçok esere imza atmış bir yazar.
            Hamdullah Suphi Tanrıöver’i anmak bende lise yıllarımın unutulmaz İstanbul Türk Ocağı  konferanslarına uzanmak anlamına da gelir. Ağzına kadar dolu salonda takım elbiseli, kıravatlı ve düğmeli kumaş yeleği ile huzurunda bulunanlara hürmet telkin eden ciddi ve temiz bir görünüm. Saçı ortadan ayrılmış, sağ eli yelek cebinde, sahnede dinleyenleri süzüyor ama mikrofon çalışmıyor. Pantolon cebinden mendilini çıkardı mikrofonun üzerine örttü, bir şeyler söyledi ama biz duyamadık.
            Balkan hatıralarını anlattı.
            1885 yılında İstanbul’da doğan ve 10 Haziran 1966 İstanbul’da vefat eden büyük hatip Hamdullah Suphi Tanrıöver’in  Dumlupınar’da 31 Ağustos 1924 günü yaptığı, yaşayan gaziler ve büyük Gazi ve şehitlerin el bağlayıp huzurla ve huşuyla divan durduğu tarihi mekan seni ancak bu hançere bu kadar güzel anlatabilirdi. Biz de, 30 Ağustosların, o günlerin rüzgârından nasiplenmek için hitabetin bazı bölümlerini burayla alarak şehitlerimizin ruhlarını şad etmek istedik.
            “Burada, hadise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun. Söz burada, fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var. Hiçbir felaketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız MUHAREBELERE SAYISIZ ŞEHİTLER VERMİŞ Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyle köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor.
            Efendiler iki ordu mu çarpışıyor? Çarpışan iki fikirdir. Aylarca senelerce müddet, bu yamaçlarda, bu boğazlarda bu bellerde yunanlılık fikri ile Türklük fikri iki pehlivan gibi çarpışıp durdu.
            30 Ağustos, SEN BİR İNHİDAMA ŞAHİTSİN!
            30 Ağutos, o gün, yani bugün yunanlılık fikri. Bu topraklarda, Türklük fikrine mağlup olarak yerlere serildi.
            “Duyuyor musunuz? Ruhun gözleri fark etmiyor mu? Bu göklerin içinde ne ürpermeler, bu toprakların içinde ne titremeler var? Başlarımızın üstünde Kars, İnönü, Sakarya bayrakları şimdi dalga dalga bu harp meydanını tavaf ediyor. Anadolu’muzun büyülenmiş bir köşesindeyiz.”
            Aziz şehitlerimiz! İnönü, Sakarya, Dumlupınar’daki şehitlerimiz, bir müsellesin uçları gibi duruyor. Bu müsellesin üstünde, yeni Türkiye, bir ehram gibi yükseldi.”
            Sevgili Gazi! Bu alaca köylü kalabalığı içinde seni seyrettim. Kendine bundan daha fazla yakışan bir çerçeve nerede bulabilirsin?”
            Bu sayıda yine güzel yazılar ve şiirlerle huzurunuzdayız. İyi okumalar diler, selam ve saygılarımızı sunarız.
                                                                                     

  İsmail ÖZMEL

27 Haziran 2011 Pazartesi

Akpınar’ın sesi Niğde’den yükseliyor

Akpınar dergisi, 33. sayısında doğumunun 113. yılında Faruk Nafiz Çamlıbel’i kapak konusu yapmış.

Akpınar dergisi, 6. yılında, mayıs-haziran sayısıyla 33. sayıya ulaştı. “Her yenilik eskinin eksiklerini tamamlamaktır.” diyen İsmail Özmel, Anadolu’da dergicilik yapmanın zorluğuna aldırmadan yoluna devam ediyor. Doğumunun 113. yılında Faruk Nafiz Çamlıbel’in kapak konusu yapıldığı dergide Tuncer Gülensoy’un “Büyük Türk Roman Yazarı Reşat Nuri Gültekin’in Biyografisine Eklenecek Bilgiler”, başlıklı yazısı bilinmezleri arayanlar için hazine değerinde.

Şiire ve şaire dair aforizmalarıyla Bekir Oğuzbaşaran engin bilgi birikimini hayat felsefesiyle yoğurarak yazıya dökmüş. Mehmet Akif’in hayatından çizgiler sunan İsmail Özmel fikir ve sanat adamlarımızı okuma, anlama ve anmayı arı misali çiçek özü toplama olarak değerlendiriyor.

Joseph P. Mozur’un, “Cengiz Aytmatov: Sosyalist Gerçekçilik Estetiğini Dönüştürme” başlıklı yazısı Gökçe Kolcu tarafından bilimsel bir estetikle İngilizceden çevrilmiş hacimli bir çalışma olmuş.

Osman Yazan tarafından yapılan Ömer Seyfettin’in “Gizli Mabed” hikayesinin tahlili, Murat Soyak’ın TYB Gaziantep Şubesi 1. Ayıntap Şiir günlerini konu alan yazısı, İLESAM genel başkanı Mehmet Nuri Paramaksız’ın İsa Kayacan hakkındaki görüşlerini yazdığı yazı ve “Unutulmuş Bir Şair: Mehmet Emin Yurdakul’u Anıyoruz”, diyen Abdulkadir Güler dergiye zenginlik katmış.

“Türkçe Adlar mı Türk Adlarımı” başlıklı yazısıyla Önder Saatçi, Efendimiz hazretlerinin “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” Sözünü anlamaya çalışarak hangi isimler daha güzeldir, sorusuna açıklık getiriyor.

Prof. Dr. Amil Çelebioğlu’nu anan yazısıyla Hikmet Elitaş bir vefa örneği sergiliyor.

Cengiz Aytmatov ile başlayan ve birçok insan tarafından kaleme alınan mankurtlaşmayı bu kez de Ömer Aydoğan kaleme almış. Dergide Hüseyin Akte’nin “Susuz Günlerden Sonra” isimli bir hikayesi var.

Ali İhsan Kolcu, Erdal Noyan, Yüksel Gemalmaz, Osman Aytekin ve İsmail Özmel şiirleriyle görücüye çıkmışlar.
Kültür, sanat ve edebiyat dergisi Akpınar, Niğde’den yükselen sesiyle varlık mücadelesine devam ediyor.

Sergül Vural


Kaynak:
http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=6738









YENİ SAYI

YENİ SAYI
AKPINAR DERGİSİ, YUNUS EMRE ÖZEL SAYISI